Prof. Dr. Bülent Yılmaz: Şu Dâhiler Nasıl İnsanlar?


Prof. Dr. Bülent Yilmaz
 
 
 
 

TÜRKİYE – ANKARA

 
 

Hacettepe Üniversitesi

 

Prof. Dr. Bülent Yılmaz

 
 
 
prof dr bülent yılmaz_2
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Prof. Dr. Bülent Yılmaz

Ankara – 17 Temmuz 2021

 
 
 
 

Şu Dâhiler Nasıl İnsanlar?

.

Bir süredir “yan okumalar” olarak biyografilere (yaşamöyküleri) yoğunlaştım. Oldum olası severim biyografileri. Goethe, Leonardo da Vinci ve Einstein ile ilgili olanlar en son okuduklarım. Bu kişiler genelde “dahi” olarak kabul ediliyorlar. Okurken biraz da bu gözle baktım: Dahi dediğimiz kişilerin ortak ya da benzer özellikleri nelerdir? Bunlar nasıl yaşamışlar? Yaşadıkları bireysel-toplumsal koşullar nedir? Kişilik yapıları nasıl?

Bu sorulara ilişkin notlarımı yazmadan önce literatüre de dayanarak birkaç not paylaşmak isterim.

Dahilik kavramı genelde şöyle tanımlanıyor: Herhangi bir alanda, özellikle bilimde, sanatta ve edebiyatta insan zekâsının erişebileceği en üst nokta, yaratıcı kişilik ve güç. Bu türden kişilere de dahi deniyor.

Tanım açısından altı çizilebilecek noktalar daha çok “olağanüstü, sıra dışı, istisnai zekâ, akıl, yetenek ve yaratıcılık” gibi görünüyor. Kısaca olağanüstü, olağandışı yaratıcılık diyebiliriz belki de dahilik için. Ancak bu yaratıcılık gerçekten olağanüstü, öyle sıradan değil.

Bu arada “delilik ile dahilik arasındaki çizginin çok ince” olduğunu da duymuşsunuzdur.

Dahilik için hem genetik etkenlerin, hem çevresel etkenlerin (eğitim-kültür yapısı, aile koşulları, yetiştirilme biçimi vb.) ve hem de çok çalışmanın etkili olduğu genelde kabul ediliyor. Bireysel ve eşsiz bir durum tabi.

Dahilere örnek mi? Dahiliği ölçen bir araç ne yazık ki yok. O yüzden bu yönde anılan bazı isimler tartışılıyor. Bu nitelik daha çok yaptıklarına, ürettiklerine bakılarak yükleniyor. Mozart, Beethoven, Einstein, Leonardo Da Vinci, Newton, Kopernik, Kepler, Shakespeare, Tolstoy, Galileo, Darwin, Curie, Michelangelo vb. bunlardan bazıları.

Bugüne kadar dünyada yaklaşık 100 milyar insanın doğduğu “yarı-gerçeğini” göz önüne aldığımızda ve dâhilerin sayısının da 100’ü geçmeyeceği tahmini (tümüyle kişisel bir tahmin!) ile düşündüğümüzde “dahi olmanın bir milyarda bir olasılık ya da şans” gibi göründüğü söylenebilir sanki. Hadi 100 değil de 500 olsun; olasılık yine de çok çok düşük.

Dahiler olmasa insanlık bu aşamada olmazdı; bu kesin. Çünkü onlar insanlığı gerçekten ileriye taşıyan, sıçratan, dünyayı değiştiren, uygarlığın şövalyeleri, yıldızları kişiler.

Şimdi okuduğum biyografilere dayanarak dâhiler için, onların ortak özelliklerine, daha doğrusu onları dahi yapan olgulara ilişkin olarak altını çizdiğim noktalar kabaca şöyle:

İlk sırada merak var bence. Çok yüksek düzeyde, hiç bitmeyen, her an her yerde sürekli merakları var. Bütün yaratıcılıklarının başlatıcısı merak.

İkinci sırayı tutkuya vermek gerekir kanımca. Çalıştıkları alan her ne ise bazen hastalık derecesinde tutkulular. Gözleri dünyada başka bir şey görmüyor sanki. Akılları, fikirleri hep yaptıkları işte. Onlara çalışma gücünü, isteğini en çok veren sanırım bu anlaşılamaz derecedeki tutku duygusu.

Üçüncü sıra çok boyutlu ve herkesten farklı bakma yetenek ve güçleri, becerileri. Zaten herkes gibi baksalar herkes gibi olurlar, sıradan olurlar. Oysa onlar sıra dışı, olağan dışı, olağanüstü, çok farklılar. Çünkü bizim bakamadığımız gibi bakıyorlar. Mutlaka eleştirel bakıyorlar.

Bundan sonrasını sıralamak zor ama hadi dördüncü sıraya çalışmayı, çok çalışmayı koyalım. Ancak öyle böyle değil; gerçekten korkunç çalışıyorlar, durmadan, dinlenmeden, hep çalışıyorlar dahiler. Çok çalışmayan, deyim yerindeyse, “deli” gibi çalışmayan bir dahi yok gibi. Örneğin, Mozart. 620 eser yazdığı biliniyor. yüzbinlerce sayfa nota. Cd olarak düşününce 200’den fazla CD edermiş. Üstelik 35 yıllık kısacık ömrüne sığdırmış bu kadar eseri. Yani öyle ki; bir nota yazımcısı haftanın 5 günü 8 saat Mozart’ın eserlerinitemize çekmeye çalışsa, bu uğraş 20 yıl sürermiş. İnanılır gibi değil. (Fazıl Say)

Özellikle çok çalışmanın ve merakın parçası olarak araştırma ve gözlemin yeri de çok büyük dahilikte. İşçilik, ağır işçilik kısmı diyebiliriz buna. Örneğin, Leonardo da Vinci’nin araştırma ve gözlemlerine ilişkin olarak tuttuğu notların ve yaptığı karalama çizimlerin elli bin sayfa tuttuğu belirtilir. Ya da Darwin’in, Goethe’nin bize çok sıradan gelecek konularda binlerce not tuttuğunu görüyoruz.

Ve hayal kurmayı, hayalci düşünmeyi de dahiliğin özellikleri arasına koyalım. Dahilik olağanüstü yaratıcı düşünce ise bunun en önemli kaynağı hayal gibi görünüyor. Hayal bizde her ne kadar genelde küçümsenirse de yaratıcılığın sınırlarını genişleten, ufuk ötesine taşıyan bir “gerçek.”

Bu dâhiler araştırma ve gözlemleri ile elde ettikleri verilere bakıp derin düşünüyorlar. Gerçekten derin düşünüyorlar. İcatlarını bu derin, çok derin düşünmeler sonucu yapıyorlar. Zaten başkaca yolu olamaz, değil mi?

Çok derin düşünmelerinin en önemli parçaları başlangıçta onları araştırmaya ve gözleme de yönelten, meraklarının yansıması sorulardır. Onlar sürekli soru soruyor ve sorguluyorlar. Bıkmadan usanmadan sorular soruyorlar. Yani anladığım şu: Soru sormayan dahi olamaz!

Bir diğer önemli özellikleri de amaca/hedefe yoğunlaşma, yaptığı işe adanmışlık, yüksek düzeyde kararlılık ve işlerini yaşam biçimine dönüştürmeleri. Hemen hepsinde bu var. Hayatlarında ister istemez zorunlu başka sorumlulukları, işleri de var. Ancak bunları genelde arka plana atıyorlar. Atmayanlar da esas çalışma alanlarından hiç uzaklaşmıyorlar. Kendilerini, hayatlarını o alana adıyorlar. Gerçekleştirdikleri bilimsel, sanatsal etkinlik alanları dışında bir hayatları yok gibi.

Elbette dâhiler doğal olarak hep yeninin, yeniliğin peşindeler. Hep yeni bir şey yapmak istiyorlar. Varolanı yinelemek onların hiç ilgisini çekmiyor. Onların derdi yeni ile.

Dahilerin önemlice bir bölümü sanırım çok yönlü. Yani ressam aynı zamanda mühendis ve bilim insanı vs. On parmağında on marifet ve hepsinde olağanüstüler. Yaratıcılıkları tek bir alanla sınırlı değil.

Cesareti de unutmamak gerek dahilik için. Kendi dönemlerinde yenilikçi ve yaratıcı buluşlar yapmalarına karşı çıkan, ayıp, günah sayan pek çok kişi ve kurum olmuştur. Varolan düzenin ve doğruların değişmemesini isteyen, bu değişimin kendilerine, konumlarına zarar vereceğini düşünen güç sahibi kişiler, kurumlar ya da bilinçsiz halk kesimleri bu yeniliklere ve onların sahiplerine karşı çıkmış ve hatta o dahileri cezalandırmışlardır. Galileo’nun “dünya yuvarlaktır ve evrenin merkezinde değildir” dediği için kilise tarafından ölüme mahkum edildiğini, Leonardo da Vinci’nin ölümle cezalandırılabileceğini bildiği halde çizimleri ve anatomi bilimi için kadavraları cesaretle ama gizli gizli incelediğini biliyoruz.

Sona yazıyoruz ama dâhilerin genetik olarak olağanüstü yetenek, çok üst düzeyde zekâ ve olağandışı yaratıcı güce sahip oldukları da açık. Dahiliğin belki de yarısı buradan geliyor. Bu öyle sadece IQ (zekâ düzeyi) ile de açıklanabilecek bir şey değil. Toptan akıl ile ilgili bir şey.

Şimdi buraya kadar yazılanlar, doğal olarak insanda “dâhilerin mükemmel insanlar oldukları, mükemmel kişilik özelliklerine sahip bulundukları” gibi bir beklenti de yaratıyor. Oysa çok küçük bir kısmı böyle; birçoğu bizi şaşırtacak denli olumsuz kişilik özelliklerine sahip. Çok ilginç geliyor bana gerçekten. Ayrı tutmak gerek bu durumlarını. Ya da şöyle söylemeliyiz: Dahiler aynı zamanda mükemmel insanlar olmayabilirler! Bu durum can sıkıcı olmakla birlikte onların dahiliklerini yok etmiyor! İnsan, her durumda insandır! Ne yapalım?

Yazıyı nasıl bitirmeliyiz?

Bu saatten sonra dahi olacak halimiz yok. Yani kendimiz için ya da örneğin anne-baba, öğretmen olarak çocuğumuz, öğrencimiz için dahiliği hedeflemeyebiliriz. Belki hedeflenebilecek bir şey de değil gerçekten. Ancak yukarıda dâhilerin özellikleri olarak sıralanan noktaları kendi adımıza ya da çocuklarımız için belirli ölçüde yaşama geçirmeye çalışabiliriz. Ve hatta çalışmalıyız. Böylece dahi olamayız/olamazlar belki ama üretken bir yaşamımız ve yapımız olabilir. Bu da fena bir şey değildir herhalde.

Kısaca, çocuğumuzun meraklı, tutkulu, düşünmeyi ve düş (hayal) kurmayı beceren, farklı bakan, çalışmayı seven, soru soran, araştıran ve gözlemleyen, bir hedefe yoğunlaşan, yenilikçi/yaratıcı, çok yönlü bir kişiliğe sahip olması için uğraşabiliriz. Becerebildiğimiz kadarı bize yeter.

Keşke ulusal eğitim sistemimiz de böyle yapabilse ve kültürel değer yargılarımız bunları desteklese!

Sıradan olmaktansa, bir parça farklı olmak daha iyi değil mi? Üstelik dâhiler bunun ipuçlarını veriyor.

O vakit, bu zorlu yolculukta herkese kolay gelsin!

 
– Son –
 
 

Sayın Prof. Dr. Bülent Yılmaz bey´in bu yazısı ilk kez 11 Kasım 2019 tarihinde kendi blogunda paylaşılmıştır.

Kaynak:  „Şu Dahiler Nasıl İnsanlar?“

Blog: https://bulentyilmazblog.wordpress.com

 

İletişim:
Hacettepe Üniversitesi
Prof. Dr. Bülent Yılmaz
Edebiyat Fakültesi
Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Başkanı
06532 Beytepe, Ankara
Tel: 90 312 297 82 00 – 05
E-Mail: byilmaz@hacettepe.edu.tr

 

Network´umuza vermiş olduğu değerli katkılarından dolayı saygıdeğer hocamız Sayın Prof. Dr. Bülent Yılmaz bey´e çok teşekkür ederiz.
Elinize ve kaleminize sağlık!

 
 
 
 
 

Hinterlasse einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Du kannst folgende HTML-Tags benutzen: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>